Yıl: 2018

Av. Ümit Arif Özsoy – SİMSARLIK SÖZLEŞMESİ

Simsarlığı, genel anlamda “Bir ticari işlemin gerçekleştirilmesine yüzdelik karşılığı aracılık eden gerçek veya tüzel kişi” olarak tanımlayabiliriz.

Bir başka anlatımla ;Simsarlık çeşitli nedenlerle bir araya gelemeyen kisiler arasında bir sözlesmenin kurulması olanağını sağlayan aracılık türüdür. Bu aracılığı yapan kişiye de Simsar denir.

Günlük hayatta “Komisyoncu”, “Tellal”, “Aracı”, isimleri hatta yöreye göre farklı isimlerin de kullanıldığı olmaktadır.

Simsarlık  çok eski bir meslek olup, Ortaçağ’da dahi ticari ilişkilerde  resmi bir sıfat olarak  mevcuttu.Eski dönemlerde, özellikle ulaşım ve haberleşme araçlarının yetersizliği, bu aracıların önemini artırmaktaydı.

Simsarlık, eskiden tasıma ve haberlesme araçlarının yetersizligi yüzünden gelismisti. Bugünkü varlık nedeni ise, isbölümünün gelismesi sonucunda çok fazla meslek ve is alanının ortaya çıkması ile uzmanlasma olgusunun baslamasıdır. Bu olgu, bazı konularda simsarlığın önemini daha da artırmaktadır.

Ülkemizdeki uygulamada  simsarlık en çok “taşınmaz (gayrimenkul) simsarlığı” olarak görülmekte , genel olarak “emlak komisyonculuğu” olarak adlandırılmakta; bu işi meslek edinen kişilere de “emlak komisyoncusu” ya da kısaca “emlakçı” denilmektedir.

Buna paralel olarak “gayrimenkul simsarlığı sözleşmesi”ne de, ”emlak komisyonculuğu sözleşmesi” adı verilmektedir. Esasen “emlak komisyonculuğu” şeklindeki isimlendirmenin, hukuk tekniği ve literatürü  açısından “taşınmaz simsarlığı”nı tamanlamıyla ifade etmez. Çünkü simsarlık ile komisyonculuk birbirinden pek çok nokta itibariyle farklı sözleşme tipleridir.

Yaşanan terim karmaşası, uygulamaya da yansımış ve simsarlıkla ilgili olarak bazen hukukî bazen de hukukî olmayan terimler yerleşmiştir. Simsarın aracılık ücretinin uygulamada komisyon olarak adlandırılmasından olsa gerek, simsarlık terimi uygulamada yerini komisyonculuğa terk etmiştir

Simsar, taraflara göre geçici ve bağımsız bir “yardımcı” olduğu için, aracılığını yaptığı sözleşmeden dolayı -ayrıca taahhüdü veya kusuru olmadığı sürece- herhangi bir sorumluluğu üzerine almış değildir. Bu yüzden, aracının hukukî niteliğinin simsar olup olmadığının saptanması, ilişkiye uygulanacak hükümler açısından önemlidir.

Ayrıca bu nokta, simsarlığı diğer birçok aracılık faaliyetinden ayıran önemli bir ölçüttür

 

 

           HUKUKSAL DAYANAK ;

 

Yürürlükten kaldırılan 818 sayılı Borçlar Kanununda “Tellallık” olarak düzenlenmiştir.6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu  “tellâllık” yerine, ‘simsarlık’ terimine yer verilmiştir.

 

“SİMSARLIK SÖZLEŞMESİ” 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunun  520-525 Maddeleri arasında düzenlenmiştir.

A-TANIMI VE ŞEKLİ  ;MADDE 520

B-ÜCRET

I-HAK ETME ZAMANI : MADDE 521

II-ÜCRETİN BELİRLENMESİ: MADDE 522

III-SİMSARIN HAKLARINI KAYBETMESİ : MADDE 523

IV-EVLENME SİMSARLIĞI: MADDE 524

V-ÜCRETTEN İNDİRİM: MADDE 525

6098 sayilI TÜRK BORÇLAR KANUNU

A. Tanımı ve şekli

MADDE 520- Simsarlık sözleşmesi, simsarın taraflar arasında bir sözleşme kurulması imkânının hazırlanmasını veya kurulmasına aracılık etmeyi üstlendiği ve bu sözleşmenin kurulması hâlinde ücrete hak kazandığı sözleşmedir.

Simsarlık sözleşmesine, kural olarak vekâlete ilişkin hükümler uygulanır.

Taşınmazlar konusundaki simsarlık sözleşmesi, yazılı şekilde yapılmadıkça geçerli olmaz.

Tüm sözleşmelerde olduğu gibi, simsarlık sözleşmesinin kurulması için de tarafların karşılıklıve birbirine uygun surette iradelerini beyan etmeleri gerekir.

Taraflar bu sözleşmeyi, sözlü-yazılı veya açık-zımnî irade beyanları ile kurabilirler; yeter ki sözleşmenin esaslı noktalarında anlaşmış olsunlar.

Hukukumuzda Simsarlık sözleşmesinin şekle bağlı olmaması kuralının istisnalarından birini,

Türk Borçlar Kanunu’nun 520. maddesinin III. fıkrası oluşturmaktadır. “Taşınmazlar konusundaki simsarlık sözleşmesi, yazılı şekilde yapılmadıkça geçerli olmaz.”

 

SİMSARLIK SÖZLEŞMESİNİN TARAFLARI

Simsarlık sözleşmesi incelenirken, bu sözleşmenin taraflarının da doğru şekilde tespit

edilmesi gerekir. Çünkü bu ilişkide   -komisyonculuğa benzer şekilde- iki ayrı sözleşme vardır ve bunların birbirine karıştırılmaması gerekir. Birinci sözleşme,simsar ile duruma göre sadece bir taraf ya da her iki taraf arasında kurulan “ simsarlık “sözleşmesidir.

Birinci sözleşme,simsar ile duruma göre sadece bir taraf ya da her iki taraf arasında kurulan “ simsarlık “sözleşmesidir. Örneğin, Simsar (S),    (A)      ile      (B) arasında bir sözleşmenin yapılmasını sağlamışsa, simsarlık sözleşmesinin tarafları, S ile A;       S ile B

veya S ile A, B olabilir.

Bir de Simsarın aracılık faaliyeti sonucunda kurulmasını sağladığı

sözleşme vardır ki, buna asıl sözleşme denilebilirAsıl sözleşmenin tarafları (A) ile (B)’dir. Bu sözleşmede Simsar,  iş sahibi için görülen iş görme ediminin, konusu belirli vekili durumundadır

ASIL SÖZLEŞME

  1. A
  2. B

ü  SİMSARLIK SÖZLEŞMESİ

  1. SİMSAR  (S)
  2. MÜVEKKİL (A)

VEYA

  1. SİMSAR
  2. A VE B

 

 

SİMSARLIK SÖZLEŞMESİNİN KONUSU

Simsarlık  sözleşmesinin konusu, simsarın  bir sözleşme kurulması fırsatını gösterme veya o

sözleşmenin kurulmasını sağlamak amacıyla gerçekleştirdiği faaliyettir.  Bu sözleşme    ile müvekkil, simsara, onun araştırıp bulacağı üçüncü kişi ile kendisi arasında tasarladığı sözleşmenin kurulması konusunda aracılık yapma işini vermiş ve bu faaliyete karşılık bir ücret      vaat etmiştir.

Simsar  ise sözleşmenin konusunu oluşturan işte üçüncü kişiyi araştırıp bulmayı ve      aracılık yapmayı üstlendiği işin sözleşme ile sonuçlanmasını sağlamak için gerekli zemini            hazırlamayı taahhüt etmiştir.

Kısacası, simsarın  üstlendiği faaliyet (edim), bir esas sözleşmenin kurulması fırsatını gösterme veya kurulmasına aracılık etme veya bunların her ikisi oluşturur.

Simsarın bu işteki rolü de sadece sözleşmenin kurulmasına aracılıktan ibaret olup, onun kanun

gereği temsil yetkisine sahip olması söz konusu değildir. Bunun doğal sonucu olarak simsar,

aracılık faaliyeti sonucu kurulmasını sağladığı sözleşme ile ilgili olarak herhangi bir hak, borç

veya sorumluluk sahibi olmaz.

 

SİMSARLIK İLİŞKİSİNİN UNSURLARI

 

BAĞIMSIZLIK

GEÇİCİLİK

YAZILI ŞEKİL (GAYRİMENKUL SİMSARLIĞINDA)

ARACILIK

ÜCRET

olarak özetlenebilir.

 

BAĞIMSIZLIK

Simsar aracılık ettiği her iki  tarafa tabi değildir.Bu özelliği onu  benzer aracılık faaliyetlerinden ayırır.


GEÇİCİLİK

Simsarlık ilişkisi sürekli bir ilişkiyi ifade etmez

ARACILIK

Müvekkilin Menfaatlerini Gözetme:

TBK 506/2; Vekil üstlendiği iş ve hizmetleri, vekalet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür.

TBK 523 – Simsar, üstlendiği borcuna aykırı davranarak diğer tarafın menfaatine hareket eder veya dürüstlük kurallarına aykırı olarak diğer taraftan ücret sözü alırsa, ücrete ve yaptığı giderlere ilişkin haklarını kaybeder.

 

 

         GAYRİMENKUL SİMSARLIĞI SÖZLEŞMESİ

 

Bir gayrimenkul üzerinde aynî veya sahsî hak kurulmasına ilişkin olarak taraflar arasında yapılan sözleşmelere simsarın aracılık etmesidir.

Konusu gayrimenkulün satımı, kiralanması, alım-satım vaatleri, gayrimenkul karşılık gösterilerek ödünç alınması; arsa karşılığı daire yapımı; gayrimenkul trampası; gayrimenkul üzerinde irtifak, sükna, sulama, geçit hakkı sözleşmeleri; gayrimenkulın sermaye olarak konulduğu ortaklık anlasmaları, gayrimenkul üzerinde ipotek tesisi veya alım, geri alım, önalım  olabilir.

 

GAYRİMENKUL SİMSARLIĞI SÖZLEŞMESİ ŞEKİL ŞARTI

TBK 520/3; Taşınmazlar konusundaki simsarlık sözleşmesi, yazılı şekilde yapılmadıkça geçerli olmaz.

TBK 12/2;Kanunda sözleşmeler için öngörülen şekil, kural olarak geçerlilik şeklidir. Öngörülen şekle uyulmaksızın kurulan sözleşmeler hüküm doğurmaz.

TBK 14/1 – Yazılı şekilde yapılması öngörülen sözleşmelerde borç altına girenlerin imzalarının bulunması zorunludur.

YARGITAY KARARLARI

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2009/3-226 E. 2009/245 K. 10.06.2009 tarihli kararı;

“Gayrimenkul tellallık sözleşmesinin yazılı şekilde yapılması geçerlilik koşuludur. Dolayısıyla yazılı şekilde yapılmayan ve tarafların imzasını taşımayan tellallık sözleşmesi geçerli kabul edilemez.”

 

Yargıtay 3. Hukuk Dairesi 2010/12894 E., 2010/16291 K.,  12.10.2010 tarihli kararı;

               “B.K. md. 404/3 uyarınca “gayrimenkul tellallığı sözleşmesi yazılı şekilde yapılmadıkça geçerlilik kazanamaz”. Hükümde yer alan şekil koşulu geçerlilik şartıdır. Şekil, sözleşmenin geçerlilik şartı olarak öngörüldüğü takdirde yazılı sözleşmenin tellallık sözleşmesinin unsurlarını kapsaması gerekir. B.K.nun 404/ilk hükmüne göre tellal ücret karşılığında bir aktin icrasına aracılık etmeyi üstlenir. Bu unsurları içermeyen “emlak gösterme belgesi” olarak düzenlenen yazılı belge tellallık sözleşmesi olarak geçerli sayılamaz. Bu itibarla taraflar arasındaki hukuki ilişki tellallık sözleşmesi olarak nitelendirilemez”

Yargıtay13.Hukuk,Dairesi 24.09.2001 tarihli 2001/6302E. 2001/8247 K. Sayılı kararı
“BK. nun 404. ve devamı maddelerinde düzenlenen tellallık sözleşmesinin tellal ile alıcı arasında düzenleneceği belirtilmiş olup, bu sözleşmede satıcı olarak taşınmaz sahibinin de imzasının bulunacağına dair bir hüküm yoktur. Bu nedenle davacı tellal ile davalı alıcı arasında düzenlenen gayrimenkul tellallık sözleşmesi geçerlidir. Mahkemece, sözleşmenin geçerli olduğu kabul edilerek işin esasına girilmeli; cezai şartla ilgili talep hakkında BK. nun 161/son maddesi hükmü nazara alınarak, hasıl olacak sonuca uygun bir karar verilmelidir

Temel benzer KURUMLARDAN farkI

SİMSAR –TİCARİ NÜMESSİL

Simsar kural olarak müstakbel sözlesmenin taraflarını bularak onları karsılastırır. Gerekirsesözlesme görüsmelerinde taraflara yardımcı olarak onların sözlesmeyi yapmasını saglar. Onunislevi, bir sözlesmenin yapılması fırsatını yaratmak veya kurulmasına aracılık etmektir. Oysaticarî mümessil, isletmenin amacına dahil her türlü hukukî islemi müvekkili adına yapabilen bir dogrudan temsilcidir. Simsarın ise, temsil yetkisine sahip olabilmesi, açıkça yetkilendirilmesine baglıdır.

Aralarındaki temel farklar ise, simsarın  hem bagımsız yardımcı, hem müvekkille olan iliskisinin geçici olmasında yatar. Oysa ticarî mümessil bagımlı yardımcıdır; isletme sahibini temsil yetkisinesahiptir ve onunla olan iliskisi süreklilik arz eder

SİMSAR-ACENTE

Acente;  ticarî mümessil, ticarî vekil, müstahdem gibi bagımlı olmadan, acentelik sözlesmesi adı verilen bir sözlesmeye dayanarak,belli bir yer veya bölge içinde devamlı bir sekilde, ticarî bir isletmeyi ilgilendiren sözlesmelere aracılık etmeyi veya o sözlesmeleri tacir adına yapmayı meslek edinen kisidir. Hemen belirtmek gerekir ki, acentelik de simsarlık gibi bir çesit aracılık isinden ibarettir hukukî yapısı itibariyle olmasa da islev ve yaptıgı is itibariyle iki tür acenteden simsara en çok benzeyen, aracılık eden acentedir.

Çünkü aracı acente; simsar gibi müvekkili tacirin sözlesme yapacagı kisileri bulur, onları sözlesme kosulları konusunda bilgilendirir  ve tacirle sözlesme iliskisi içine girmeye yönlendirir; yani aynen simsar  gibi çalısır. Ancak, aracı acente, sadece yapılan icaba muhatap olmakla veya müvekkiline uygun is olanaklarını göstermekle görevini yerine getirmis sayılmaz. Aracı acentenin kendi faaliyetinin sonucu olarak üçüncü kisilerle müvekkilin sözlesme yapabilecek duruma da gelmesi gerekir. Baska bir deyisle, üçüncü kisiler acentenin çalısmalarının etkisi altında müvekkille sözlesme yapmaya karar vermelidir.

Ayrıca, onun müvekkille olan iliskisi simsardan farklı olarak devamlılık arz eder.Kısacası aracı acente müvekkili ile devamlı iliski içinde bulunan, aracılık faaliyeti dolayısıyla simsara  benzeyen; fakat yükümlülük ve aktif çaba gösterme zorunlulugu açısından simsardan ayrılan bir kisidir.

Buna karsılık simsar, tarafları karsı karsıya getirir, sözlesmenin kurulmasında aracılık eder ve acente gibi tarafların herhangi birisine bagımlı degildir. Ancak, o taraflardan hiçbirisinin temsilcisi olmadıgı için yaptıgı aracılıkfaaliyeti sonucunda müvekkil/müvekkillerin hukuk alanında bir hak ve borç dogmaz. Simsar, bu anlamda bagımsız bir arabulucu olup acenteden farklı olarak kendi ad ve hesabına çalısır.

Acente ile tacir arasındaki iliski devamlıdır. Bu unsur, sözlesme yapan acenteyi vekilden; aracılık yapan acenteyi ise simsardan ayırır.

Acente, müvekkili ile kanunun gösterdigi ekonomik baglılıga karsın, çalısma kosullarını kendisi belirleyip tespit ettigi için, is iliskilerinde bagımsız olarak hareket eder O, daimî olarak aracılık yaptıgı islemlerde müvekkilinin menfaatlerini korumak zorunda olmasına karsın, simsarın yetkisi sadece ne için görevlendirilmisse onu kapsar ve o diledigi kisiler arasında aracılık yapabilir.

SİMSAR-KOMİSYONCU

Simsarlık kurumunu ifade etmek üzere uygulamada ve mevzuatta kullanılan terimlere iliskin   olarak en büyük karsıklık, “komisyonculuk” ve “simsarlık” arasında yasanmaktadır. Bu karısıklık,özellikle “emlâk komisyonculugu” baglamındakarsımıza çıkar. Zaman zaman her iki kurum için aynı terim kullanılıyor olsa da, komisyoncu  dolaylı temsil yetkisine sahip olmasıbakımından tellâldan farklıdır. Bunun dısında gördügü islev itibariyle de simsar, komisyoncudan ayrılmaktadır

6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu

A. Alım veya satım komisyonculuğu

I.Tanımı

MADDE 532- Alım veya satım komisyonculuğu, komisyoncunun ücret karşılığında, kendi adına ve vekâlet verenin hesabına kıymetli evrak ve taşınırların alım veya satımını üstlendiği sözleşmedir.

     Bu bölümdeki hükümler saklı kalmak üzere, komisyon sözleşmelerine vekâlet hükümleri uygulanır.

 

Görüldügü üzere, komisyoncu, ücret karsılıgında alım satım islerinde aracılık etmekte; ancak aynı zamanda müvekkilini temsil yetkisine de sahip olmaktadır. Hemen belirtelim ki bu temsil, dogrudan temsil olmayıp dolaylı temsildir. Bu sonuç, maddedeki “kendi namına ve müvekkili hesabına” ifadesinden anlasılmaktadır.

Tellâllıkla komisyonculuk arasındaki en temel fark da burada ortaya çıkmaktadır. Komisyoncu, müvekkili hesabına olmakla birlikte, müvekkili adına degil,kendi adına hareket ettigi, baska bir deyisle sözlesmede taraf oldugundan bu özelligiyletellâldan ayrılır

    ÜCRET

B. Ücret

I. Hak etme zamanı

MADDE 521- Simsar, ancak yaptığı faaliyet sonucunda sözleşme kurulursa ücrete hak kazanır.

Simsarın faaliyeti sonucunda kurulan sözleşme geciktirici koşula bağlanmışsa ücret, koşulun gerçekleşmesi hâlinde ödenir.

Simsarlık sözleşmesinde simsarın yapacağı giderlerin kendisine ödeneceği kararlaştırılmışsa, simsarın faaliyeti sözleşmenin kurulmasıyla sonuçlanmamış olsa bile giderleri ödenir.

 

ÜCRETE HAK KAZANMA ŞARTLARI

  1. Esas Sözleşmenin Kurulması
  2. Simsarın Faaliyette Bulunması
  3. Esas Sözleşmenin Kurulmasıyla Simsarın Faaliyeti Arasında Nedensellik İlişkisi  Bulunması

Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin 2006/4173 E. 2006/6487 K. 25.05.2006 tarihli kararı;

 

“Somut olayda, davacının alıcı ve dava dışı satıcıyı bir araya getirdiği, taşınmazın satışı için aracılık ettiği sözleşme içeriğinden anlaşılmaktadır. Mahkeme kabulünün aksine, tellal sözleşmede açıkça kararlaştırılmış ise, hazırlık işlemlerinin ikmali halinde dahi ücrete hak kazanır.”

   

Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin 2005/11697 E. 2005/12907 K. 29.11.2005 tarihli kararı;

 

Her ne kadar BK mad. 404-405 gereğince tellallık sözleşmesi tellal ile bu sözleşmeyi imzalayan kişi arasında hak ve borç doğuran bu sözleşme ise de; kira sözleşmesinin, tellallık ücret sözleşmesini imzalayan davalının eşi ile yapıldığı davalı ile taşınmazı kiralayan kişinin aynı soyadını taşıdığı ve telallık ücret sözleşmesinin yukarıda bahsedilen 5. Madde hükmü dikkate alındığında, davacı emlakçının bulduğu taşınmazı davalının eşinin kiraladığı gözetilerek, mahkemece davanın kabulüne karar verilmesi gerekir.”

6098 SAYILI TÜRK BORÇLAR KANUNU

II. Ücretin belirlenmesi

MADDE 522- Ücret, belirlenmemişse tarifeye, tarife yoksa teamüle göre ödenir.

Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’nin 2002/5541 E. 2002/6488 K. 03.06.2002 tarihli kararında;

 

“Taraflar arasında yapılan sözleşmede, davacı tarafından gösterilecek dairenin satın alınması halinde davacıya ödenecek olan komisyon ücreti belirlenmiş olduğu halde, mahkemece tarafların sözleşmede kararlaştırdığı ücret yerine, tapuda gösterilen satış bedeline itibar edilerek ücrete hükmedilmesi hatalıdır.”

 

 

       6098 SAYILI TÜRK BORÇLAR KANUNU

V. Ücretten indirim

MADDE 525- Sözleşmede aşırı bir ücret kararlaştırılmışsa, borçlunun istemi üzerine, bu ücret hâkim tarafından hakkaniyete uygun olarak indirilebilir.

Kaynak İsviçre’de simsarlara karşı güvensizlik yaratan olaylar sebebiyle, ayrıca insanların barınma ihtiyaçlarını karşılamalarındaki kamusal yarar da gözetilerek bu tür sözleşmelerin de simsarlar tarafından kötüye kullanılarak aşırı ücret istemeleri engellenmek istenildiği belirtilmektedir.

       6098 SAYILI TÜRK BORÇLAR KANUNU

II. Simsarın haklarını kaybetmesi

MADDE 523- Simsar, üstlendiği borcuna aykırı davranarak diğer tarafın menfaatine hareket eder veya dürüstlük kurallarına aykırı olarak diğer taraftan ücret sözü alırsa, ücrete ve yaptığı giderlere ilişkin haklarını kaybeder.”

6098 SAYILI TÜRK BORÇLAR KANUNU

  1. Beş yıllık zamanaşımı

               Madde 147 – Aşağıdaki alacaklar için beş yıllık zamanaşımı uygulanır:

  1. Vekalet, komisyon ve acentalık sözleşmelerinden, ticari simsarlık ücreti alacağı dışında, simsarlık sözleşmesinden doğan alacaklar.

 

SİMSARLIK SÖZLEŞMESİNİN SONA ERMESİ

TBK 520/1 Simsarlık sözleşmesine, kural olarak vekalete ilişkin hükümler uygulanır.

1. Tek taraflı sona erdirme

                Madde 512 – Vekalet veren ve vekil, her zaman sözleşmeyi tek taraflı olarak sona erdirebilir. Ancak, uygun olmayan zamanda sözleşmeyi sona erdiren taraf, diğerinin bundan doğan zararını gidermekle yükümlüdür.

 

2. Ölüm, ehliyetin kaybedilmesi ve iflas

                Madde 513 – Sözleşmeden veya işin niteliğinden aksi anlaşılmadıkça sözleşme, vekilin veya vekalet verenin ölümü, ehliyetini kaybetmesi ya da iflası ile kendiliğinden sona ermiş olur. Bu hüküm, taraflardan birinin tüzel kişi olması durumunda, bu tüzel kişiliğin sona ermesinde de uygulanır.

 

                Vekaletin sona ermesi vekalet verenin menfaatlerini tehlikeye düşürüyorsa, vekalet veren veya mirasçısı ya da temsilcisi, işleri kendi başına görebilecek duruma gelinceye kadar, vekil veya mirasçısı ya da temsilcisi, vekaleti ifaya devam etmekle yükümlüdür.

6098 sayILI TÜRK BORÇLAR KANUNU

IV. Evlenme simsarlığı

MADDE 524- Evlenme simsarlığından doğan ücret hakkında dava açılamaz ve takip yapılamaz.

 

 

 

 

KAYNAKÇA

TÜRK HUKUKUNDA TELÂLLIK VE TELÂLLIGIN UYGULAMADA FARKLI GÖRÜNÜMLERİ-  Tamer BOZKURT

TİCARİ İŞLETME HUKUKU-SABİH ARIKAN

KAZANCI HUKUK

 

Av. Ümit Arif Özsoy – İŞ AKDİ FESHİ KARARI

İŞ AKDİ FESHİNİN  SON ÇARE OLMASI

İLKESİ       IŞIĞINDA         YARGITAY KARARI

                                                                                                                                      

KARAR                     :

Yargıtay 22.HD. 02.12.2011 gün 2011/3634 E,2011/6605 K

KARAR ÖZETİ        :

                        Feshin son çare olması ilkesi yönünden, işçinin başka bir bölümde kısa süreli bir eğitimle değerlendirilme imkanının bulunup bulunmadığı,bu kapsamda çalıştırabileceği işler için fesih tarihinden kısa süre içinde yeni işçi alınıp alınmadığı gerekirse işyerinde uzman bilirkişi aracılığı ile keşif yapılarak belirlendikten sonra alınacak sonuca göre karar verilmelidir.

İLGİLİ MEVZUAT:

4857 Sayılı İş Kanunu , Türk Medeni Kanunu, Türk Borçlar Kanunu

DAVA                        :

                         Davacı vekili,iş sözleşmesinin geçerli neden olmadan işverence feshedildiğini ileri sürerek feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesini,boşta geçen süre ücret ve diğer haklar ile işe başlatılmama halinde ödenmesi gereken tazminatın belirlenmesini istemiştir.

                         Davalı vekili,feshin geçerli nedene dayandığını savunarak davanın reddini talep etmiştir.

YEREL MAHKEME KARARI :

                        Mahkemece, davacının güvenlik görevlisi olarak davalıya ait iş yerinde çalışmakta iken,güvenlik hizmetlerinin dışarıdan satın alınmasına karar verilerek iş sözleşmesinin fesih edildiği,davalı işveren  ile güvenlik hizmetinin sağlandığı alt işveren arasında muvazaanın  varlığının kanıtlanamadığı,bu durumda davalı işverence yardımcı iş niteliğindeki güvenlik işinin alt işverene verilmesi nedeniyle yapılan feshin geçerli nedene dayandığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

YARGITAY KARARI :

                        Hüküm davacı  vekilince temyiz edilmiştir.

                         Taraflar arasında iş sözleşmesinin  feshinin geçerli  nedene dayanıp dayanmadığı uyuşmazlık konusudur.

                          4857 sayılı İş Kanunu’nun 18.maddesine göre otuz veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesini fesheden işveren,işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin,işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır.

                        İşletmenin,işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan sebepler;sürüm ve satış olanaklarının azalması,talep ve sipariş azalması,enerji sıkıntısı,ülkede yaşanan ekonomik kriz,piyasada genel durgunluk,dış pazar kaybı ,ham madde sıkıntısı gibi işin sürdürülmesini olanaksız hale getiren  işyeri dışından kaynaklanan sebeplerle yeni çalışma yöntemlerinin  uygulanması,işyerinin daraltılması,yeni teknolojinin uygulanması,işyerinin bazı bölümlerinin kapatılması ve bazı iş türlerinin kaldırılması gibi işyeri içi sebeplerdir.

                        İşletmenin,işyerinin ve işin gereklerinden kaynaklanan sebeplerle sözleşmeyi feshetmek isteyen işverenin fesihten önce fazla çalışmaları kaldırmak,işçinin rızası ile çalışma süresini kısaltmak ve bunun için mümkün  olduğu ölçüde esnek çalışma şekillerini geliştirmek,işi zamana yaymak,işçileri başka işlerde çalıştırmak,işçiyi yeniden eğiterek sorunu aşmak için varsa fesihten kaçınma olanaklarını kullanması,kısaca feshe son çare olarak bakması gerekir.

                         4857  sayılı İş Kanunu’nun  20.maddesinin ikinci fıkrasına göre feshin geçerli nedene dayandığını ispat yükümlülüğü işverene aittir.İşçi,feshin başka bir  sebebe dayandığını iddia ettiği takdirde,bu iddiasını ispatla yükümlüdür.

                         Dosya içeriğine göre,davacının 6 aydan fazla süre ile davalı işverene ait işyerinde güvenlik görevlisi olarak çalıştığı,iş akdinin,şirket için zorunlu hale gelen yeniden yapılandırma kapsamında,ekonomik ve güvenlik işlerinin 5188 sayılı özel güvenlik hizmetine dair kanun kapsamında aranan koşulların sağlanması  ve özel bir güvenlik şirketine devredilmesi,tesis bünyesinde güvenlik elemanı pozisyonunun ortadan kalkması,davacının görevi ve yaptığı iş dikkate alındığında çalışmasına uygun başka bir görev bulunmaması gerekçesiyle 4857 sayılı Yasanın 18.Maddesi uyarınca feshedildiği ,işveren ve 24.03.2009 tarihinde Kırıkkale tesislerinde güvenlik hizmetinin 5188 Yasa gereğince özel güvenlik şirketlerinden hizmet almak suretiyle sağlanmasına karar verildiği,Ulusal özel Güvenlik ve Koruma Hizmetleri  Ticaret Ltd.Şti. ile davalı şirket arasında 26.03.2009 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere güvenlik hizmetlerinin satın alınmasına dair sözleşme yapıldığı,anlaşılmaktadır.

                        Mahkemece, davalı işverence yardımcı iş niteliğindeki güvenlik işinin alt işverene verilmesi nedeniyle yapılan feshin geçerli nedene dayandığı gerekçesiyle davanın reddine karar  verilmiş ise de,feshin son çare olması ilkesi yönünden,davacının başka bir bölümde kısa süreli bir eğitimle değerlendirilme imkanının bulunup bulunmadığı,bu kapsamda davacının çalıştırılabileceği işler için fesih tarihinden kısa süre içinde yeni işçi alınıp alınmadığı gerekirse işyerinde uzman bilirkişi aracılığı ile keşif yapılarak belirlendikten sonra alınacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde eksik inceleme ile hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup BOZMAYI  gerektirir.

KARARIN İNCELENMESİ :

            4857 Sayılı İş Kanunu’nun 18.maddesinde iş sözleşmesinin işveren tarafından işletmenin,işyerinin ve işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanılarak feshedilebileceği düzenlenmiştir. İşletmeyi veya işyerini etkileyen objektif nedenlerle ortaya çıkan işgücü fazlalığı sonucunda, işçinin işyerinde çalışma olanağı ortadan kalkmış ise fesih için geçerli bir sebebin varlığından söz edilebilir. İşveren amaç ve içeriğini belirlemekte serbest olduğu işletmesel kararlar alabilir. Ancak, işletmesel karar sonucunda, tedbir olarak düşünülen feshin zorunlu hale gelmiş olması gerekir. Bir çok Yargıtay kararında vurgulandığı üzere bu durum yargısal denetime tabidir.  Öte yandan, işletmesel kararla varılmak istenen hedefe fesihten başka bir yolla ulaşmak mümkün ise fesih için geçerli bir nedenden söz etmek mümkün olmayacaktır. Uygulamada en fazla tartışma uyuşmazlık bu durumda ortaya çıkmaktadır. Örneğin işçiyi aynı işyerinde başka bir işte çalıştırarak , diğer çalışanların fazla çalışmalarını kaldırarak, işçinin rızasıyla esnek çalışma biçimi getirilerek , işçiyi meslek içi eğitime tabi tutarak başka bir işte çalışma olanağı var ise feshe başvurulmasında hukuksal dayanak olmaz.  Kısaca, “fesih son çare olmalıdır”(ultima ratio) ilkesinin gözetilmesi gereken bir durum olarak ortaya çıkmaktadır. Bilindiği üzere  4857 sayılı İş Kanunu’nun 20/2.maddesine göre feshin geçerli bir nedene dayandığını ispat yükümlülüğü işverene aittir. İşveren, işletmesel kararı uygulamak için aldığı tedbirin feshi zorunlu kıldığını, başka bir işte çalışmasının mümkün olmadığını kanıtlamak zorundadır.

                        Konuya iş Hukukunun işçiyi koruma ilkesi penceresinden de bakmak mümkündür. Güçlü karşısında güçsüzün korunması hukukun genel ilkelerinden olup, iş hukukunun doğuş nedeni de iş ilişkilerinde güçsüz olan işçinin korunması olmuştur. İşçinin işverene karşı ekonomik, hukuki ve kişisel olarak bağımlı olması nedeniyle, onun işveren karşısında korunması iş hukukunun ana kuralı olarak kabul edilmektedir.

“Güçlü karşısında güçsüzün korunması hukukun genel ilkelerinden olup, iş hukukunun doğuş nedeni de iş ilişkilerinde güçsüz olan işçinin korunması olmuştur. İşçinin işverene karşı ekonomik, hukuki ve kişisel olarak bağımlı olması nedeniyle, onun işveren karşısında korunması iş hukukunun ana kuralı olarak kabul edilmektedir. Yorum yapılırken, iş hukukunun işçileri koruyucu niteliğinin gözden kaçırılmaması gerekir. İş hukukuna egemen bulunan ilkelerden biri de kuşkusuz işçiyi koruma ilkesi olup, yasa ile getirilen düzenleyici kuralların ve gerekse tarafların yani işçi veya hak sahipleri ile işveren arasındaki ilişkilere ait irade açıklamalarının yorumunda bu ilkenin ışığında hareket edilmesi zorunludur. Bu gereklilik yüksek yargı organlarının kararlarına da yansımış, bu kararlarda İş hukukuna egemen bulunan ilkelerden birisinin işçiyi koruma ilkesi olduğunun altı çizilerek, yasa ile getirilen düzenleyici kuralların ve gerekse tarafların yani işçi veya hak sahipleri ile işveren arasındaki ilişkilere ait irade açıklamalarının yorumunda bu ilkenin ışığında hareket edilmesi zorunlu olduğu vurgulanmıştır.” (Bektaş Kar İş hukuku)

            İnceleme konumuz olan Yargıtay kararında  güvenlik hizmetleri alt işverene devredildiği için alt işveren kurumuna da kısaca değinmekte yarar vardır. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 2/6-son maddesi uyarınca, “Bir işverenden, işyerinde yürüttüğü mal veya hizmet üretimine ilişkin yardımcı işlerinde veya asıl işin bir bölümünde işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işlerde iş alan ve bu iş için görevlendirdiği işçilerini sadece bu işyerinde aldığı işte çalıştıran diğer işveren ile iş aldığı işveren arasında kurulan ilişkiye asıl işveren-alt işveren ilişkisi denir. Bu ilişkide asıl işveren, alt işverenin işçilerine karşı o işyeri ile ilgili olarak bu Kanundan, iş sözleşmesinden veya alt işverenin taraf olduğu toplu iş sözleşmesinden doğan yükümlülüklerinden alt işveren ile birlikte sorumludur. Asıl işverenin işçilerinin alt işveren tarafından işe alınarak çalıştırılmaya devam ettirilmesi suretiyle hakları kısıtlanamaz veya daha önce o işyerinde çalıştırılan kimse ile alt işveren ilişkisi kurulamaz. Aksi halde ve genel olarak asıl işveren alt işveren ilişkisinin muvazaalı işleme dayandığı kabul edilerek alt işverenin işçileri başlangıçtan itibaren asıl işverenin işçisi sayılarak işlem görürler. İşletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işler dışında asıl iş bölünerek alt işverenlere verilemez.”

                        İşletmesel kararın amacı ve içeriğini belirlemekte özgür olan işveren, işletmesel kararı uygulamak için aldığı tedbirin feshi gerekli kıldığını, feshin geçerli nedeni olduğunu kanıtlamalıdır. “İşletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan sebepler; sürüm ve satış olanaklarının azalması, talep ve sipariş azalması, enerji sıkıntısı, ülkede yaşanan ekonomik kriz, piyasada genel durgunluk, dış pazar kaybı, ham madde sıkıntısı gibi işin sürdürülmesini olanaksız hale getiren işyeri dışından kaynaklanan sebeplerle yeni çalışma yöntemlerinin uygulanması, işyerinin daraltılması, yeni teknolojinin uygulanması, işyerinin bazı bölümlerinin kapatılması ve bazı iş türlerinin kaldırılması gibi işyeri içi sebeplerdir.”( 09.04.2012 Y 22.H.D.2011/1311 2012/6660) İşletmesel kararın amacı ve içeriğini serbestçe belirleyen işveren, uygulamak için aldığı, geçerli neden teşkil eden ve ayrıca istihdam fazlası doğuran tedbire ilişkin kararı, sürekli ve kalıcı şekilde uygulamalıdır. İşveren işletme, işyeri ve işin gerekleri nedeni ile aldığı fesih kararında, işyerinde istihdam fazlalığı meydana geldiğini ve feshin kaçınılmazlığını kanıtlamak zorundadır. İş sözleşmesinin feshiyle takip edilen amaca uygun daha hafif somut belirli tedbirlerin mevcut olup olma­dığının değerlendirilmesi, işverenin tekelinde değildir. Bir bakıma feshin kaçınılmaz olup olmadığı yönünde, işletmesel kararın gerekliliği de denetlenmelidir. Fesih son çare olmalıdır “(ultima ratio) ilkesi uyarınca ; feshin kaçınılmazlığı ekonomik açıdan değil, teknik denetim kapsamında, bu kararın hukuka uygun olup olmadığı ve işçinin çalışma olanağını ortadan kaldırıp kaldırmadığı yönünde, i çerçevesinde yapılmalıdır.

                  4721 sayılı Türk Medeni Kanunun 2. Maddesi ; “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır.Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.” Düzenlemesini içermektedir. İşverenin işletmesel karar alma özgürlüğünün sınırını belirleyen en genel ölçütün, hakkın kötüye kullanılması olduğunu söylemek çok da yanlış olmayacaktır. Ancak, bu durumda, problem, hakkın kötüye kullanımının sınırlarını belirlemeye dönüşecektir. Bu konuda; işverenin aldığı yanlış kararların yükünden işçinin de etkilendiği göz önünde tutularak, alınmış olan karar yönelik keyfilik denetiminin yapılmasında bir engel bulunmamaktadır.İşveren işletmesel zorunluluklar nedeniyle aldığını iddia ettiği kararlarında dürüstlük kuralıyla hareket etmek zorundadır. Ülkemiz şartları dikkate alındığında  işverenlerin yıllar geçtikçe ağırlaşan kıdem yükünden, veya işin belli bölümlerini taşerona devrederek iş mevzuatının kimi yükümlülüklerinden kurtulmak amacıyla yönetim haklarını kötüye kullanarak her koşulda iş akdi feshi yoluna gittikleri bir gerçektir.  Sırf bazı yasal yükümlülüklerden kurtulmak amacıyla , başka türlü istihdamı mümkün iken işçinin iş akdini feshetmek amacıyla aldığı kararı hukuk düzeni korumayacaktır.

SONUÇ

                  Sonuç olarak işveren, alacağı kararlarla işini yönetim hakkına sahiptir. Ancak iş hukukunun emeği ile geçinen işçiyi koruması, ilkesi gereği alacağı fesih kararlarında feshin kaçınılmazlığını kanıtlamak zorundadır.İşletmenin, işyerinin ve işin gereklerinden kaynaklanan sebeplerle sözleşmeyi feshetmek isteyen işverenin fesihten önce fazla çalışmaları kaldırmak, işçinin rızası ile çalışma süresini kısaltmak ve bunun için mümkün olduğu ölçüde esnek çalışma şekillerini geliştirmek, işi zamana yaymak, işçileri başka işlerde çalıştırmak, işçiyi yeniden eğiterek sorunu aşmak gibi varsa fesihten kaçınma olanaklarını kullanması, kısaca feshe son çare olarak bakması gerekir. İnceleme konumuz Yargıtay kararında da  çok yerinde olarak belirtildiği üzere, işin alt işverene verilmesinde dahi ,  iş akdi feshedilen işçinin kısa bir eğitimle başka bir pozisyonda istihdam edilmesi gibi seçeneklerde araştırılmalı feshin son çare olduğu ilkesi geçerli olmalıdır. Bu da hukuk denetimi ile mümkündür.Hukukun zayıfı koruma ilkesi de göz önüne alınarak feshin  dürüstlük kuralına uygun yapılıp yapılmadığı, objektif kriterlere uygun olup olmadığı, başka türlü istihdamının devamının mümkün olup olmadığı  yargı tarafından denetlenmelidir.Yargıtayın uygulaması da  bu yönde devam etmektedir.

Kaynakça :

Bektaş Kar-İş Hukuku

Şahin Çil-Yargıtay İlke Kararları

Özkan Ertekin-İş Güvencesi Hukuku ve İşe İade Davaları

Fevzi Demir -Sorularla Bireysel İş Hukuku