Enerji Piyasası Denetleme Kurulu tarafından Doğu Akdeniz bölgesinde oldukça dar bir alanda 16 Adet termik santral kurulması planlanmakta, ilgili firmaların da müracaatları bulunmaktadır.Bu santrallerden 7 tanesi İskenderun körfezinde bunların da 5 tanesi Erzin ilçesi sınırları içersindedir.Aynı ilçe sınırları içine sadece birkaç kilometre arayla santral kurulmasının planlanmasının değil ülkemizde, dünyada dahi benzeri bulunmamaktadır.
Erzin Aşağı Burnaz Mevkiinde Egemer Elektirik Üretim A.Ş. tarafından yapılması planlanan “Erzin Doğalgaz Kombine Çevrim Santralı” projesine ait Çevresel Etki Değerlendirmesi Raporu (ÇED) Bakanlığa sunulmuş, söz konusu rapor bakanlıkça da onaylanmıştır. Yurdumuzda Çevresel Etki Değerlendirilmesi raporlarında santralin kuruluşuyla ilgili tüm değer ve hesaplamalar civarında başka termik santral, Petro kimya tesisi yokmuş gibi veya sadece birkaç km aralıkla termik santral kurulması planlanmıyormuş gibi yapılmaktadır. Bunların çevreye vereceği toplam etkisi ÇED raporunda değinilmemektedir. Bilindiği üzere kurulması düşünülen santrallerle aynı sahil şeridinde ve sadece birkaç Km batısında 1200 MW gücünde su gözü termik santrali faaliyetini devam ettirmektedir. Gerek ÇED raporlarında gerekse yapılan planlamalarda bu hususa hiç değinilmemekte , yapılan değerlendirmelerde şu andaki faal Sugözü termik santrali yok sayılmaktadır., İskenderun körfezi sınırları içinde 7 adet termik santral, Doğu Akdeniz Bölgesi baz alındığında 16 adet termik santral projesi bulunmaktadır.Bu santrallerin kümülatif etkisi sorgulanmamakta , her biri ayrı toprak , hava ve sahayı kullanıyormuş birbirine etkisi yokmuş gibi değerlendirilmektedir.
Toplumsal Maliyet Hesabı Yapılmalıdır.
Bilimsel araştırmalar göstermektedir ki termik santralin çevreye, toprağa, doğal dokuya, insan sağlığına vereceği zarar ve bu zarar için harcanacak para, işletme maliyetine eklendiğinde zararının faydasından çok daha fazladır. Termik santraller kullanımı konusundaki resmi ve endüstriyel baskılara karşın, çevresel maliyetleri çok daha düşük olan yenilenebilir enerji kaynakları ve enerji verimliliği teknolojilerinin büyük bir potansiyel oluşturduğu bilim insanlarınca ortaya konulmaktadır. Yapılan en son araştırmalardan biri, rüzgar enerjisinin maliyetinin artık fosil yakıtlardan daha az olduğunu ve fosil yakıttan rüzgara geçişin, sağlık, çevre ve enerji sorunlarına daha olumlu bir çözüm olacağını göstermektedir . (Örneğin: 1973 yılından bu yana, akciğer kararması olarak tanımlanan hastalık nedeniyle ABD federal hükümetinin yürüttüğü sağlık programının maliyeti 35 milyar dolardır.) Fosil yakıtlar yakıldığında çevreye yayılan maddeler asit yağmurları, küresel ısınma nedenidir; havadaki parçacıklar astım, solunum yolu hastalıkları, kalp hastalıkları ve ölümlere yol açmaktadır.Termik santrallerin insan sağlığına etkisinin giderilmesi nedeniyle yapılacak sağlık,sosyal güvenlik harcamaları toplumsal maliyet hesabı olarak yapılmalıdır.
Gelişen Çevre Bilinci ve Hak Arama Yolları Dikkate Alınmalıdır.
Gelişen çevre bilinci ve kişisel hak arama yollarının ve duyarlılığının artması , ülkemizin imzaladığı uluslararası sözleşmelerin getirdiği yükümlülükler sonucu termik santrallerin insan sağlığına ve çevreye verdikleri zararlar nedeniyle, tazminat davaları açılmakta yerel mahkemelerce verilen zarar tespit edildikten sonra termik santral işleticileri tazminatlara mahkum edilmektedir.Afşin-Elbistan Termik Santralinin toprak da yarattığı değer kaybı nedeniyle bir çiftçinin 110.000,00.TL’lık tazminat kazanması bunun sadece bir örneğidir. Şimdiye kadar, termik santrallerin uranyum kirliliğine sebep olduğu konusunda yeterli bilimsel araştırma yapılmadığı için göz ardı edilmiş, Afşin yöresinde uranyum kirliliği tesbit edilmiştir. Uranyum ve ağır metaller bilinen en kansorejen maddelerdir. Anılan termik santral aleyhine onlarca tazminat davasının yargılaması devam etmektedir. Termik santralin işletilmesi nedeniyle çevreye,toprağa, tarımsal üretime vereceği muhakkak olan zararlar nedeniyle açılacak maddi tazminat davalarının da toplumsal maliyet hesaplanmasında dikkate alınması gerekmektedir.
Enerji İhtiyacı İle Termik Santrallerin Kapasitesi Arasında Orantısızlık Vardır.
Bölgemizde kurulu Sugözü Termik santrali tek başına Türkiye Mesken elektrik ihtiyacının %50 sini, Sanayii elektrik ihtiyacının %6 sını karşılayacak kapasitede 1200 MWe kapasitededir. Bölgemizde kurulması planlanan termik santraller yaklaşık 10.000.MWe gücündedir.Türkiyenin elektrik ihtiyacı yakın gelecekte 10 kata kadar artması mümkün olmadığına ve elektrikte depolanmadığına göre yurtdışına elektrik satılacaktır.Kirlenen ülkemiz olacak diğer ülkeler temiz elektrik kullanacaklardır. Türkiyede kurulu termik santrallerinin elektrik santrallerinin hiçbiri tam kapasite ile çalışmamaktadır.Şu anda planlanan veya kurulması düşünülen termik santralleri yakın zamanda ulusal elektrik ağı Avrupaya entegre edilmesi düşünülmekte, Avrupa da yerel mevzuat, çevre örgütlerinin baskısı, kamuoyunun bilinçlenmesi, uluslararası taahütler nedenleriyle kurulamayan veya kapatılan termik santraller, yurdumuzda kurulması planlanmaktadır. Ulusal ihtiyacımızın çok üzerinde termik santraller yapılmasında kamu yararı yoktur. EPDK ile Çevre Bakanlığı arasında eş güdüm ve koordinasyon planlama bulunmamaktadır.EPDK şekilsel şartları yerine getiren termik santral lisans başvurularının tümünü kabul etmekte, Çevre Bakanlığı da bu başvurularının tümüne kamu yararına bakılmaksızın , ÇED olumlu kararı vermektedir.
Aslolan “0” Asit Yağmuru “0” Ağır Metalle Yaşamaktır.
Termik Santraller küresel ölçekte ısınmaya sebep olduğu gibi, bölgesel açıdan kısa vadede maddi zararlara da neden olmaktadır. Termik santraller bilindiği üzere ormanlarımıza, deniz ortamına, havaya ve toprağa zarar vermekte; deniz canlılarının yok olmasına, havanın kirlenmesine, atmosfere atılan partiküller v.s. nedeniyle tarım alanlarının zarar görmesine, asit yağmurlarıyla toprağın çoraklaşmasına, suyun kanserojen maddelere bulaşmasına neden olarak özellikle termik santral çevresindeki canlı yaşamının tamamen tahrip olmasına neden olmaktadır. Termik santrallerin bacasından atmosfere atılan SO2 gazı H2SO4 ‘ e dönüşerek bu gazlar yaş ve kuru çökelme mekanizmaları ile çökelmekte , ulaştığı toprak veya su kütlelerinin PH seviyelerini düşürmekte , ayrıca fuel-oil ve kömür kullanımı sonucu oluşan kükürtoksit-karbonmonoksit-azotoksit , yanmamış hidrokarbonlardan toz ve küllerin çökelmesi sebebiyle deniz ekosistemi tarım alanları tahrip olmaktadır. Termik santrallerin bacalarına takılan elektrostatik filtreler bu zararı engellememektedir.Doğalgaz santrali bacasından NOxler çoğunlukta çıkacak ,H2O ile birleşince HNOx ler yani Nitrik asit meydana gelecetir. HNO3 formuluyle gösterilen Nitrik Asitlerin solunması, toprakla,suyla temas etmesi insan sağlığı için son derece tehlikelidir.
Kimi çevrelerce sığınılan yasal limit değerler söylemi; gelişen insan hakları ve temel hukuk kurallarına aykırıdır, esas olan “0” asit yağmuru, “0” ağır metal “0” radyoaktivite bulunan bir bölgede yaşamaktır.
Bölgemize Kurulması Düşünülen Termik Santraller Ülkemizin Uluslararası Yükümlülüklerine de Aykırıdır
T.C.Anayasası madde; 90/son: “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 5170 -7.5.2004 / m.7) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır.” demektedir. Türkiye’nin taraf “Uluslararası Yenilenebilir Enerji Ajansı (IRENA)”, “Kyoto Protokolü” , “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi” , “Paris Şartı”, “1972 Stockholm Birleşmiş Milletler İnsan Çevresi Konferansı”, “BERNSözleşmesi” çevresel değerlere ilişkin önemli yükümlülükler getirmektedir.
Örnek Bergama Kararı
Ülkemizde açılan ve kamuoyu tarafından en fazla bilinen çevre davalarının Bergamalı yurttaşların açmış olduğu davalar olduğu konusunda kuşku yoktur. Halen Bergama’daki siyanürlü altın işletmesi ile ilgili açılmış davaların bir kısmı devam etmektedir. Danıştay 6.Dairesi’nin 1996/5477Esas ve 1997/2312Karar numaralı kararı benzeri konularda emsal teşkil etmektedir.
Karar,incelendiğinde;
“Belirli dengelerle varlığını sürdüren çevrede, sistemi oluşturan denge unsurlarının yitirilmesi halinde bozulmalar meydana gelecek ve bu bozulmalar üzerinde yabancı zehirlere yol açacak, çevre kirliliğini oluşturacaktır. İnsan yaşamının sağlıklı, dengeli ve bozulmamış bir çevrede sürdürülmesi esastır. Çevrenin korunması insan yaşamı için vazgeçilmezdir. İnsanın doğal yaşamı için vazgeçilmezdir. İnsanın doğal yaşam temellerinin korunması ve geliştirilmesi için çevrenin önemi öncelik kazanmaktadır.(…)
Doğa ve insan yaşamı üzerindeki bu risk faktörünün gerçekleşmesi olasılığı göz ardı edilmeksizin, faaliyet sonucu elde edilecek ekonomik değer bir tarafa bırakılarak kamu yararının insan yaşamı lehine değerlendirilmesi kaçınılmazdır. Doğa ve insan yaşamı üzerindeki olumsuz yönde risk oluşturabilecek bu faaliyete ekonomik değeri düşünerek izin verilmesinde kamu yararının varlığından söz edilemez. (…)
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 56. maddesinde, herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu, çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemenin devletin ve vatandaşların ödevi olduğu kurala bağlanmış, 2872 sayılı Çevre Kanununun 1. maddesinde de bu kanunun amacının bütün vatandaşların ortak varlığı olan çevrenin korunması, iyileştirilmesi; kırsal ve kentsel alanda arazinin ve doğal kaynakların en uygun şekilde kullanılması ve korunması; su, toprak ve hava kirliliğinin önlenmesi; ülkenin bitki ve hayvan varlığı ile doğal tarihsel zenginliklerinin korunarak, bu günkü ve gelecek kuşakların sağlık, uygarlık ve yaşam düzeyinin geliştirilmesi ve güvence altına alınması için yapılacak düzenlemeleri ve alınacak önlemleri ekonomik ve sosyal kalkınma hedefleriyle uyumlu olarak belirli ve hukuki teknik esaslara göre düzenlemek olduğu belirtilmiştir. (…)
Çevre, doğal ve yapay unsurları içinde barındıran ve her türlü insan faaliyetinin yer aldığı belirli dengelerle varlığını sürdürmektedir. Sistemi oluşturan denge unsurlarının yitirilmesi halinde çevrede meydana gelecek bozulmaların canlılar üzerinde yıkıcı etkilere yol açacağı ve çevre kirliliğini oluşturacağı tabiidir. Canlı yaşamın en önemlisi olan insan yaşamının sağlıklı, dengeli bozulmamış bir çevrede sürdürülmesi esastır. İnsan yaşamının korunması bir öncelik olduğuna göre insanın doğal yaşam temelinin korunması ve geliştirilmesi gerekmekte ve çevrenin korunması insan yaşamının vazgeçilmez bir unsuru olmaktadır. Bu durumda yukarıdaki saptamalardan hareketle dava konusu altın madeni işletme yönteminin yarattığı sakıncaların doğrudan ve dolaylı olarak insan yaşamı ile ilgili olması karşısında, belirtilen Anayasa ve yasa hükümleri de dikkate alınarak dava konusu idari işlemin yargısal denetiminde öncelikle kamu yararı ve bu kavramdaki önceliklerin irdelenmesi gerekmektedir.(…)
Bölgemizi Küresel Felakat Beklemektedir.
Doğu Akdenizde Nilden sonra ikinci büyük havza konumunda olan Seyhan Havzası, Türkiye ve Avrupanın tarımsal üretim açısından en verimli bölgelerden birisidir.Çukurova Üniversitesi TÜBİTAK RIHN (Japonya) yaptığı çalışmalardaki öngörülere göre 2070 yılında Seyhan Havzasında hava sıcaklığı 2-3,5 derece artacak, yağışlar %25-35 azalacak dağlardaki karlar daha erken eriyecek, sulama suyu azalacak,tarımsal ürün deseni değişmek zorunda kalacak, yer altı suları üzerindeki kullanım baskısı artacak,kıyı bölgelerinden 10 km içerlere kadar yer altı sularına deniz suyu karışacaktır.
Hükümetler arası iklim değişikliği Panelince (IPCC) yürütülen ön çalışmalar uyarınca; Seyhan Havzasının da içinde yer aldığı Akdeniz Bölgesi küresel ısınmaya karşı en hassas ve savunmasız bölge olarak tespit edilmiştir. Küresel ısınmanın en büyük nedeni termik santrallerin dünyanın küresel ısınmaya en hassas olan bölgesinde kurulmaya çalışılması bilimle izah edilemeyecek bir durumdur.